KAÇAK
Görünmez dağda firari bir keçi
Saklanır bulutların gölgesinde.
Gözleri obsidiyen karası,
Sakalları berber fukarası.
Sarp yamaçlarda gezinirken
Zarif bacakları uçurum nergislerine sürtünür,
Sarı beyaz kokular sararmış her bir yanı…
Boz keklik palazları ötüşürken etrafta
Kertenkeleler oynaşırmış sıcak taşlarda.
Çıkarırlarmış doyasıya günlerin tadını...
...
Meğer vakti zamanında bir gün,
Keçi usanmış aniden her şeyden!
Kaval dinlemekten,
Dikensiz yavan ot yemekten,
Çobanın gösterdiği suyu içip,
Zemini boklu ağılda uyanmaktan!
İsyan edip her şeye bir akşam dönüşü,
Ayrılmış patikada, doğup büyüdüğü büyük sürüden!
Dalmış makiliğin bilinmez geçitlerine.
Aldırış etmeden dur seslerine!
İlkin biraz korkmuş çakaldan kurttan!
Ama sonra ''nesi kötü demiş, bir gün ölmenin her gün ölmekten?''
Az tırmanmış uz tırmanmış
Ulaşmış sonunda milyon yıllık ulu zirvelere.
Sığınmış alaca gölgeli serinliklere…
Berrak pınarlardan buzlu sular içer olmuş
Yosun yeşili, lezzetli çalılardan yemiş
Siyah tüyleri sim sim parlamış
Boynuzları kalınlaşıp kıvrılmış gün be gün.
Feslikanlar parfümü olmuş…
Gittikçe koyunlaşan eski arkadaşlarına da üzülürmüş arada!
Bazen aşağılardan tanıdık meleyişler onu çağırsa da,
İçi bir garip olsa da,
Bir daha inmemiş o sazlığa...
...
…
Seyir kaptanları görürmüş nadiren;
Hava her kararmaya yüz tuttuğunda,
Denize bakan bir yamaçta oturup,
Aşağıdan geçen beyaz kayıkları izlermiş öylece ...
...
Görünmez dağda, görünmez bir kara keçi
Artık yaşadığını hissediyormuş...
...
Kürşat Zaman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder